Zamanaşımı
Bir alacak hakkının belli bir süre içinde kullanılmaması yüzünden
dava edilebilme niteliğini yitirmesine zamanaşımı denir. Zamanaşımı,
davacı yönünden bir dava hakkının yasada belirlenen süre içinde
kullanılmaması durumunda hakkın yitirilmesi yolunu açmakta, davalı
yönünden ise usul yasasında öngörülen biçimde ileri sürülmek koşuluyla
borçtan kurtulma sonucunu doğurmaktadır. Zamanaşımı, borcu doğuran,
değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp doğmuş ve var olan bir
hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır
[1]. Zamanaşımı hâkim tarafından re’sen nazara alınamaz.
Kanunda def’i, davalının yerine getirmesi gereken bir edimi, özel bir
nedenle yerine getirmekten kaçınmasına imkân veren bir hak olarak
tarif edilmiştir. Zamanaşımı savunması bir def’idir. Süresinde usulüne
uygun şekilde (ilk itiraz) dermeyan edildiğinde mahkemece davanın esası
hakkında inceleme yapmadan evvel Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 163 ve
devamı maddeleri gereğince ön sorun biçiminde incelenir ve karara
bağlanır. Zamanaşımının gerçekleştiği sonucuna varılırsa dava salt bu
nedenle reddedilir. İşin esası incelenmez
[2].
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 180. maddesi ile ıslah suretiyle
zamanaşımı def’inde bulunulabileceği Yargıtay tarafından kabul
edilmiştir
[3].
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK
hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen
ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha
konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada,
317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği
üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı
definde bulunulabileceği kabul edilmelidir
[4].
6098 sayılı Borçlar Kanunu madde 146, “Kanunda aksine bir hüküm
bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” düzenlemesini
getirmiştir. Alacağın muaccel olması ile işlemeye başlayan
zamanaşımının evlilik devam ettiği sürece eşlerin bir diğerinde olan
alacakları hakkında işlemeyeceği ve duracağı ayrıca düzenlenmiştir.
Borçların ifası ile ilgili olarak düzenleme altına alınan genel
zamanaşımı kuralının yanında sebepsiz zenginleşmeden doğan alacaklarda
uygulanması gerekli aynı Kanun’un 82. maddesi, “Sebepsiz zenginleşmeden
doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği
tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde zenginleşmenin gerçekleştiği
tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Zenginleşme, zenginleşenin bir alacak hakkı kazanması suretiyle
gerçekleşmişse diğer taraf, istem hakkı zamanaşımına uğramış olsa bile,
her zaman bu borcunu ifadan kaçınabilir.” şeklinde düzenleme altına
alınmıştır. Burada göze çarpan husus eski Borçlar Kanunu’ndaki bir
yıllık sürenin iki yıla çıkarılmış olmasıdır.
Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o
şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma
yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran
kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız
elatmanın önlenmesini de dava edebilir.
Ziynet eşyası misli eşya niteliğindedir. Misli eşyanın aynı cins ve
nitelikte başka emsali ile yerine konulabilmesi olanaklı olduğundan
buna ilişkin taleplerde zamanaşımından da söz edilemez.
Ziynet eşyalarına ilişkin davalarda, söz konusu eşyaların mevcut
olduğunun tespit edilmesi halinde uyuşmazlık mülkiyet hakkına
dayanacağından zamanaşımı söz konusu olmaz. Dava konusu eşyaların var
olduğu tespit edilemez ise istem tazminata ilişkin olacağından Borçlar
Kanunu’nun 146. maddesinde belirlenen 10 yıllık zamanaşımı süresi
uygulanacak ve karı koca arasındaki davalarda Borçlar Kanunu’nun 153.
maddesi uyarınca evlilik devam ettiği müddetçe zamanaşımının
işlemeyeceği kuralı nazara alınacaktır.
Farklı olaylara ilişkin olarak yüksek mahkemenin görüşlerini yansıtan kararlarına aşağıda yer verilmiştir.
Aynen iade talebini içeren ziynet davası hukuksal nitelikçe mülkiyet
hakkına dayalı istihkak davasıdır ve zamanaşımı söz konusu değildir.
Dava: Taraflar arasındaki "çeyiz bedeli tahsili" davasından dolayı
yapılan yargılama sonunda; Sarıoğlan Asliye Hukuk Mahkemesi'nce
davanın kısmen kabulüne dair verilen 01.10.1998 gün ve 1994/23 E-
1998/118 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 30.04.1999 gün ve
1999/2317-4436 sayılı ilamiyla; (...1- Dosyadaki yazılara kararın
dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin
taktirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacının ziynet eşyasına
dayanan temyiz itirazları yersizdir.
2- Davalının temyizine gelince;
a) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun
sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmesine
göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve mevcut
olduktan anlaşılan karyola, gardrop ve yatak-yorganla ilgili temyiz
itirazları yersizdir.
b) Davalı süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Mevcut olan eşyalar hakkında zamanaşımı mülkiyet hakkına dayanılması
nedeniyle uygulanamaz. Ancak, mevcut olmayan ve bu sebeple sadece
tazminat istenebilecek eşyalar hakkında ise istek sebepsiz
zenginleşmeye dayandığından Borçlar Kanununun 66. maddesi gereğince
zamanaşımı süresi bir yıldır. Borçlar Kanunun 132/3. maddesine göre,
evliliğin devamı süresince zamanaşımı işlemez. Taraflar 12.11.1992
günlü kesinleşen ilamla boşanmışlar bu dava 02.02.1994 de açılmıştır.
Karyola, gardrop ve yatak, yorgan dışındaki eşyaların mevcut olmadıkları
anlaşıldığına göre bu eşyaların bedel davası yönünden zamanaşımı def’i
hakkında bir değerlendirme yapılması, öncelikle karar verilmesi
gerekirken (HUMK. 221) yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,
yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı Vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde
temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü:
Davacı, 22.07.1990 tarihli çeyiz senedinde yazılı; yün yatak, formika
karyola, yatak odası takımı, koltuk takımı, buzdolabı, fırınlı ocak
tüplü, renkli televizyon, dokuma halısı, yün kuleni, karyola takımı,
somya halısı, taban halısı, ütü masası, radyolu teyp, bakır sini,
alüminyum kap, cam bardak, çay takımı, duvar saati, elektrikli saç,
battaniye, buharlı ütü, yapık dolabı, çay tepsisi, pasta takımı,
ayakkabı, hamam takımı, nevresim takımı, karyola takımı, iç çamaşır,
önlük havlu, naylon çorap, seccade, yelek, patik, yün çorap, yolluk
karyola takımı, bayan buluz, perde takımı, iç fanila, karyola takımı,
işlemeli oda takımı, işlemeli pano, ayan elbisesi, masa örtüsü, dantel
örgü, örgü paspas, adana altın burma (12 adet), altın zincir (2 metre),
altın uzay yolu, damat takımı ve sandık eşyalarını davalı eşinin
boşanmalarından sonra iade etmediğini öne sürerek aynen iadesine
olmadıklarını takdirde dava tarihindeki bedeli 116.000.000 TL. sının
yasal faizi ile birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, 05.10.1992 yılında verilen kararla davacı ile boşandıklarını
kararın kesinleşme tarihinden dava tarihine kadar, BK.nun 61.
maddesince 1 yıllık haksız iktisap zamanaşımının dolduğunu, eşyaların
davalı tarafından alınmayıp kendisi tarafından alındığını ve davacı
tarafından da götürüldüğünü, bu durumun Kayseri 3. Sulh Hukuk
mahkemesinin 1993/27 D. iş sayılı delil tespiti dosyası ile
belirlendiğini savunmuş davanın reddini dilemiştir.
Uyuşmazlığın çözümüne "Mülkiyet Hakkı”nın konumu, doğrudan etkili
olması nedeniyle ilkin bu hakkın ve bu hakka dayanan davaların hukuki
statüsünü belirlemekte yarar görülmüştür.
Mülkiyet hakkı ayni hakların en önemli tipi olup, en geniş yetkileri
kapsayanıdır ve devamlı haktır. Anayasanın "Temel Haklar ve Ödevler"
başlığını taşıyan ikinci kısmın, "Kişinin Hakları ve Ödevleri" başlığı
altında, ikinci bölümde yer alan 35. maddenin 1. fıkrasında herkesin
mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, ikinci
fıkrada, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabileceğine yer verilmiştir.
Malik, mülkiyete konu olan şeyde dilediği gibi tasarrufta
bulunabilir, şeyi haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı
istihkak davası açabilir ve her türlü haksız müdahalelerden korunmasını
isteyebilir. (MK. md. 618)
Görüldüğü üzere, bu hüküm, tasarruf özgürlüğünün, 3. kişilerde ihlal edilmesi halinde uygulanacak yaptırımın bir ifadesidir.
MK. 618/2 maddesi mülkiyet hakkının yaptırımı (müeyyidesi) olarak iki dava türünü öngörmüştür.
1- İstihkak davası
2- Müdahalenin men'i davası
İstihkak davası, malın vasıtasız zilyetliğine sahip olmayan malikin,
doğrudan doğruya mülkiyet hakkına dayanarak, şey üzerindeki
zilyetliğin haklı bir nedene dayanmayan kimseye açtığı hakedişi
belirleyen bir eda davasıdır. Davanın sonunda, menkul mallarda teslime,
taşınmaz mallarda ise tahliyeye bağlanan edaya karar verilir.
İstihkak davası bir ayni hakka (mülkiyete) dayandığı için tipik bir
aynı davadır. O nedenle zamanaşımına uğramayacağından asla duraksanamaz.
Bir davada dayanılan maddi olguların hukuki nitelendirilmesini
yapmak, uygulanacak yasa maddeleri bulmak ve uygulamak hâkimin doğrudan
görevidir (HUMK. 76). Davada asıl talep dava konusu eşyaların aynen
iadesidir. Daha sonra belirtilen "aynen olmadıkları takdirde dava
tarihindeki bedellerinin tahsili" sözcüğü asıl talep olan, aynen
iadenin bir uzantısı ve ikamesi konumundadır. Öyle ki bu sözcüğün
kullanılması aynen iade isteminin başka bir söyleyişle "Ayın talebinin"
hukuki niteliğini etkileyip onu ortadan kaldırıcı, bölücü bir sonuç
yaratıp ayrı bir istem şekline dönüştürmez.
İİK. 24. maddesince, hükmolunan menkul malın değeri ilamda yazılı ise
bu değer ayrıca icra emri tebliğine lüzum olmaksızın haciz yoluyla
borçludan tahsil edilir. Hükmolunan menkul malın değeri ilamda yazılı
değilse, o zaman malın değeri icra müdürü tarafından tespit ve takdir
edilir. Daha sonra alacaklı, borçlu ve diğer ilgililerin bu kıymet
takdirini şikayet haklarına ilişkin prosedür devreye girer ve tetkik
mercii hakimliğince karar verilir. Arkasından temyiz aşaması gündeme
gelir. Görülüyor ki, mülkiyet hakkına sahip davacı (alacaklı)
isteminde; hakkının bir an önce sağlanması amacını düşünerek, salt malın
değerinin ilamda belirlenmesini istediği, böylece ilamda malın
değerinin yazılmaması durumunda, anılan hüküm gereği icra müdürünün
malın değerini tespit işlemine başvurmamasını önleyerek, alacağın
kolaylıkla tahsil edilmesini; diğer bir anlatımla İİK. 24. maddesi
anlamında bir uygulama amaçladığının kabulü gerekir. Esasen bu tür
davalarda, asıl olan borçlu (davalı) için, malı teslim suretiyle
borcundan kurtulmasıdır. Gerçekten de; İİK 24. maddesi hükmünce asıl
olan davacının aynen tahsil isteme olanağının varlığı gözden
kaçıramadığında, aynen iadeye yönelik amaç ve istem dışına çıkılarak
mülkiyet hakkını örseleyici hukuki sonuçlara yönelinmesi kabul edilemez
(HUMK. md. 74).
Şimdiye değin açıklamaların ışığında kısaca denilebilir ki dava da, asıl talep aynen iadedir.
O nedenle dava hukuksal nitelikçe mülkiyet hakkına dayalı istihkak
davasıdır ve zamanaşımı söz konusu değildir. Şu durum karşısında yerel
mahkeme kararı usule ve yasaya uygundur. Ne var ki işin esası yönünden
Dairece inceleme yapılmadığından dava dosyası Yargıtay Özel Dairesine
gönderilmelidir.
Sonuç: Yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde
ise de, işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için
dosyanın 2. Hukuk Dairesine, gönderilmesine,31.05.2000 gününde
oyçokluğu ile karar verildi
[5].
Ziynet eşyalarının var olduğu tespit edilemez ise istem tazminata ilişkin olacağından on yıllık zamanaşımı uygulanır.
Dava: Z. T. ile A. Ü. aralarındaki kişisel eşyanın iadesi ve katılma
alacağı davasının reddine dair İstanbul 4. Aile (Eski Beyoğlu 2. Aile)
Mahkemesinden verilen 21.06.2006 gün ve 225/311 sayılı hükmün
Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş
olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
Karar: Davacı vekili, evlilik birliği içinde davalı eş adına kayıtlı
taşınmazlardan gelen kira bedelleri, davalının çalışması karşılığı
geliri ve varsa diğer edinilmiş mallarının tespiti ile fazla hakları
saklı tutularak aylık 1900 TL katılma alacağına hükmedilmesine; ayrıca
vekil edeninin kişisel malları olan değerli taşlarla bezeli yüzük,
kolye ve küpeden oluşan altın ziynet eşyası ile. kolyenin, yün yatak ve
yorganın aynen iadesine olmadığı takdirde bedelinin vekil edenine
ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının ziynet
eşyalarına ilişkin iddiasının gerçek olmadığını açıklayarak davanın
reddini savunmuştur.
Mahkemece, boşanma davasının kesinleştiği tarihten dava tarihine
kadar zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar 05.09.2002 tarihinde evlenmiş, 27.01.2003 tarihinde açılan
boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 23.12.2004 tarihinde
kesinleşmesiyle evlilik birliği son bulmuştur. Taraflar arasında başka
bir mal rejimi seçildiği hususu ileri sürülmediğine (4722 s.K. m.
10/2.fıkra) göre, evlilik tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe
kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4721 sayılı TMK.nun
202/1.maddesi). Eşler arasında geçerli mal rejimi boşanma davasının
açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir (TMK.nun 225/son). TMK.nun 178
maddesinde “evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava
hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle
zamanaşımına uğrar.” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda, boşanma
kararı 23.12.2004 tarihinde kesinleşmiş, görülmekte olan dava ise, bir
yıllık zamanaşımı süresi geçirildikten sonra 12.5.2006 tarihinde
açılmıştır. Davalı vekili süresinde sunduğu cevap dilekçesinde
zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Davalının maaş ve kira gelirlerine
dair katılma alacağına ilişkin davanın zamanaşımı süresinin geçmiş
olması nedeniyle reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı bir
yön bulunmamıştır. Davacı vekilinin buna ilişkin temyiz itirazlarının
reddi ile katılma alacağına ilişkin hüküm bölümünün ONANMASINA,
Davacı vekilinin kişisel eşyalara dair temyiz itirazlarına gelince;
bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o
şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma
yetkisine sahiptir. Eşya ve evlilik birliği öncesinde edinildiği öne
sürülen ziynet eşyalarına ilişkin davada, söz konusu eşyaların mevcut
olduğunun tespit edilmesi halinde uyuşmazlık mülkiyet hakkına
dayanacağından zamanaşımı söz konusu olmaz (TMK. m. 683). Dava konusu
eşyaların var olduğu tespit edilemez ise istem tazminata ilişkin
olacağından Borçlar Kanununun 125. maddesinde belirlenen 10 yıllık
zamanaşımı süresinin uygulanacağı ve karı koca arasındaki davalarda
Borçlar Kanununun 132. maddesi nazara alınması gerekeceğinden davanın
sürede açıldığının kabulü gerekeceği tartışmasızdır. Bu durumda
altın ziynet eşyaları, yüz taneli kolye, bir adet yün yatak ve yorgana
ilişkin dava bakımından iddia ve savunma doğrultusunda inceleme
yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı
gerekçeyle buna ilişkin davanın da reddine karar verilmiş olması doğru
değildir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin kişisel
eşyalara ilişkin temyiz itirazlarının kabulüyle usul ve yasaya aykırı
bulunan hükmün buna ilişkin bölümünün 6100 sayılı HMK.nun Geçici
3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi gereğince
BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine
yer olmadığına ve aşağıda dökümü yazılı 13,15 TL peşin harcın onama
harcına mahsubu ile kalan 8,00 TL'nin temyiz eden davacıdan alınmasına,
29.03.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
[6].
Nikâh devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin diğeri zimmetinde olan alacakları hakkında zamanaşımı durur.
Dava: Davacı A.C. vekili Avukat F.Ş. tarafından, davalı H.C. aleyhine
07.07.2004 gününde verilen dilekçe ile davalı eşin haksız yere aldığı
para ve ziynet eşyalarının istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama
sonunda; davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 25.04.2005
günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi
içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra
tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki
kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
Karar: Dava, evlilik birliği sona ermeden önceki dönemde, davalı
eşin davacının işyerinden haksız biçimde almış olduğu para ve eşyaların
iadesine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine
karar verilmiş ve karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Borçlar Kanunu md. 132/3 maddesi hükmüne göre “Nikâh devam ettiği
müddetçe karı kocadan birinin diğeri zimmetinde olan alacakları
hakkında” zamanaşımı durur. Dava konusu olayda, taraflar arasındaki
boşanma hükmü 13.09.2003 tarihinde kesinleşmiş olup, eldeki davanın
açıldığı 07.07.2004 tarihinde BK 60. maddesinde öngörülen zamanaşımı
süresi henüz dolmamıştır. Bu bakımdan işin esasının incelenmesi
gerekirken, yasa hükümlerine aykırı olarak yazılı şekilde davanın
zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması bozmayı
gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle bozulmasına
ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 26.09.2005 gününde
oybirliği ile karar verildi
[7].
Çeyiz listesinde belirtilen eşyaların iadesi akdi ilişkiye dayanır
ve BK.nun 125. maddesi gereğince zaman aşımı süresi 10 yıldır.
Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması
sonunda ilamda yazılı sebeplerden dolayı davanın reddine yönelik olarak
verilen hükmün süresi içerisinde davacı avukatı tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü.
Karar: Davacı, davalı ile evli iken 02.08.1995 günlü yabancı mahkeme
kararı ile boşandıklarını ve boşanma kararının 1995 yılında Türk
Mahkemesince tanındığını, evlenirken getirdiği çeyiz eşyalarının
davalıda kaldığını, ziynet eşyalarının da evli iken zorla elinden
alındığını ileri sürerek ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen iadesini,
olmaz ise bedellerinin tahsilini istemiştir.
Davalı, zaman aşımı itirazında bulunmuş, esastan da davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, tarafların evliliklerinin 1995 yılında sonuçlanıp aynı yıl
Türkiye Mahkemesince boşanma kararının tanındığını, bu olay sebebiyle
eşyalar için anılacak alacak davasının bir senelik zaman aşımı süresine
tabi olduğu ve bir senelik zaman aşımı süresinin de dolduğu
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından
temyiz edilmiştir.
Dosya içerisinde bulunan belgelerden tarafların 16.07.1991 gününde
evlenip 10.06.1995 gününde kesinleşen Alman Mahkemesi kararıyla
boşandıkları ve yabancı mahkeme kararının 03.05.1996 gününde kesinleşen
Türk Mahkemesi kararıyla tanındığı ve davacının eldeki bu davayı
11.10.2002 gününde açtığı anlaşılmaktadır. Davacı bu davayı açarken
davalının eşyalarının zorla elinden alındığını iddia ederek talepte
bulunmuştur. HUMK.nun 76. maddesi gereğince olayların açıklamasını
yapmak taraflara hukuki nitelendirme yapmak görevi mahkemeye aittir.
Davacı, davanın da evlilik birliği kurulurken getirdiği ancak kendisine
iade edilmeyen çeyiz listesinde belirtilen eşyaların iadesini istemekle
akdi ilişkiye dayanmış olup BK.nun 125. maddesi gereğince zaman aşımı
süresi 10 yıldır. Dava tarihi itibariyle zaman aşımı süresi
dolmamıştır.
Mahkemece işin esası incelenip sonucuna uygun karar verilmesi
gerekirken zaman aşımı sebebiyle davanın reddi usul ve kanuna aykırı
olup, bozma nedenidir.
Sonuç: Yukarda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün davacı
lehine BOZULMASINA, peşin harcın istem halinde iadesine, 26.09.2005
tarihinde oybirliği ile karar verildi
[8].