5 Ağustos 2020 Çarşamba

ÖDEME YASAĞI KONULAN ÇEK DE KAMBİYO TAKİBİNE KONU EDİLEBİLİR

ÖDEME YASAĞI KONULAN ÇEK DE KAMBİYO TAKİBİNE KONU EDİLEBİLİR

YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/24600
KARAR NO : 2013/312


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu lehtar tarafından takibe konu 30.12.2011 keşide tarihli çek hakkında ...5.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin tedbir kararı olduğu, çekin ibrazında arkasında karşılıksız şerhinin bulunmayıp Ticaret Mahkemesinin tedbir kararı nedeniyle işleme tabi tutulmadığının yazdığını, bu nedenle alacaklı bankanın takip yapamayacağından bahisle takibin iptalini istemiş, mahkemece talep gibi karar verilmiştir.

Olay tarihinde uygulanması gereken 6762 Sayılı TTK.'nun 730. maddesi göndermesiyle çekler hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun'un 599. maddesinde; "... keşideci, lehtarla doğrudan doğruya arasında mevcut olan münasebetlere dayanan def'ileri, müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez. Meğer ki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun" düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olayda, takibe konu çekin 30.12.2011 tarihinde ibrazında muhatap banka tarafından ...5.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/1307 Esas no'lu dosyasındaki ödeme yasağı kararına istinaden (ki bu kararda takip alacaklısı da taraf değildir) işlem yapılmadığı şerhinin bulunduğu görülmüştür. Alacaklı banka çekte ciranta olup, keşideci, lehtar olan şikayetçi ve kendisine ciro eden şirket hakkında takip yapmıştır. Mahkemenin kararına esas aldığı ...5.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2011/1307 Esas sayılı menfi tespit davası ise şikayetçi .......San.ve Dış Tic.A.Ş. ile kendisinin ciro ettiği ....San.ve Tic.Ltd.Şti.arasında görülmektedir. Yukarıdaki yasa hükmü gözetildiğinde, alacaklı cirantanın taraf olmadığı menfi tespit davasında verilen tedbir kararı, takip alacaklısını bağlamaz.

Öte yandan takibe konu çek 6762 Sayılı TTK'nun 708.maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre içinde muhatap bankaya ibraz edildiği görülmüştür. Çekin aynı Yasanın 692. maddesinde yazılı tüm şartları içerdiği ve kambiyo vasfını taşıdığı anlaşılmıştır. Her ne kadar Ticaret Mahkemesi'nce çek hakkında ödeme yasağı konulmuşsa da çek karşılığını alamayan alacaklı hamilin İİK’nun 167 ve sonraki maddelerinde yer verilen kambiyo senetlerine mahsus yol ile takip yapmaya hakkı vardır. Çekin arkasında karşılıksız şerhinin bulunmasına da gerek bulunmamaktadır.

O halde, mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/01/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

19 Aralık 2018 Çarşamba

ZİYNET İADE DAVASINDA ZAMANAŞIMI

Zamanaşımı

 

Bir alacak hakkının belli bir süre içinde kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğini yitirmesine zamanaşımı denir. Zamanaşımı, davacı yö­nünden bir dava hakkının yasada belirlenen süre içinde kulla­nılmaması duru­munda hakkın yitirilmesi yolunu açmakta, davalı yönün­den ise usul yasasında öngörülen biçimde ileri sürülmek koşuluyla borçtan kurtulma sonucunu do­ğurmaktadır. Zamanaşımı, borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir sa­vunma aracıdır[1]. Zamanaşımı hâkim tarafından re’sen nazara alınamaz.
Kanunda def’i, davalının yerine getirmesi gereken bir edimi, özel bir ne­denle yerine getirmekten kaçınmasına imkân veren bir hak olarak tarif edilmiş­tir. Zamanaşımı savunması bir def’idir. Süresinde usulüne uygun şekilde (ilk itiraz) dermeyan edildiğinde mahkemece davanın esası hakkında inceleme yapmadan evvel Hukuk Muhakemeleri Ka­nunu’nun 163 ve devamı maddeleri gereğince ön sorun biçiminde ince­lenir ve karara bağlanır. Zamanaşımının gerçekleştiği sonucuna varılırsa dava salt bu nedenle reddedilir. İşin esası in­celenmez[2]. 6100 sayılı Hu­kuk Muhakemeleri Kanunu 180. maddesi ile ıslah suretiyle zamanaşımı def’inde bulunulabileceği Yargıtay tarafından kabul edilmiştir[3].
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muha­kemeleri Kanunu'­nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği ka­bul edilmelidir[4].
6098 sayılı Borçlar Kanunu madde 146, “Kanunda aksine bir hü­küm bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” düzenle­mesini ge­tirmiştir. Alacağın muaccel olması ile işlemeye başlayan za­manaşımının evlilik devam ettiği sürece eşlerin bir diğerinde olan ala­cakları hakkında işlemeyeceği ve duracağı ayrıca düzenlenmiştir.
Borçların ifası ile ilgili olarak düzenleme altına alınan genel zama­naşımı kuralının yanında sebepsiz zenginleşmeden doğan alacaklarda uygulanması gerekli aynı Kanun’un 82. maddesi, “Sebepsiz zenginleş­meden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğ­rendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde zenginleşmenin ger­çekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Zenginleşme, zenginleşenin bir alacak hakkı kazanması suretiyle ger­çekleşmişse diğer taraf, istem hakkı zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcunu ifadan kaçınabilir.” şeklinde düzen­leme altına alın­mıştır. Burada göze çarpan husus eski Borçlar Kanunu’ndaki bir yıllık sürenin iki yıla çıkarılmış olmasıdır.
Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üze­rinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetki­sine sahip­tir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlen­mesini de dava edebilir.
Ziynet eşyası misli eşya niteliğindedir. Misli eşyanın aynı cins ve nite­likte başka emsali ile yerine konulabilmesi olanaklı olduğundan buna ilişkin taleplerde zamanaşımından da söz edilemez.
Ziynet eşyalarına ilişkin davalarda, söz konusu eşyaların mevcut olduğu­nun tespit edilmesi halinde uyuşmazlık mülkiyet hakkına dayana­cağından zamanaşımı söz konusu olmaz. Dava konusu eşyaların var ol­duğu tespit edile­mez ise istem tazminata ilişkin olacağından Borçlar Ka­nunu’nun 146. madde­sinde belirlenen 10 yıllık zamanaşımı süresi uy­gulanacak ve karı koca arasın­daki davalarda Borçlar Kanunu’nun 153. maddesi uyarınca evlilik devam ettiği müddetçe zamanaşımının işleme­yeceği kuralı nazara alınacaktır.
Farklı olaylara ilişkin olarak yüksek mahkemenin görüşlerini yan­sıtan kararlarına aşağıda yer verilmiştir.

Aynen iade talebini içeren ziynet davası hukuksal nitelikçe mülkiyet hakkına dayalı istihkak davasıdır ve zamanaşımı söz konusu değildir.

Dava: Taraflar arasındaki "çeyiz bedeli tahsili" davasından do­layı yapı­lan yargılama sonunda; Sarıoğlan Asliye Hukuk Mahke­mesi'nce davanın kıs­men kabulüne dair verilen 01.10.1998 gün ve 1994/23 E- 1998/118 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ta­rafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 30.04.1999 gün ve 1999/2317-4436 sayılı ilamiyla; (...1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin taktirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, da­vacının ziynet eşyasına dayanan temyiz itirazları yersizdir.
2- Davalının temyizine gelince;
a) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uy­gun sebep­lere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görül­mesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve mevcut olduktan anlaşılan karyola, gardrop ve yatak-yorganla ilgili temyiz itirazları yersizdir.
b) Davalı süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Mevcut olan eşyalar hakkında zamanaşımı mülkiyet hakkına dayanılması nedeniyle uygulanamaz. Ancak, mevcut olmayan ve bu sebeple sadece tazmi­nat istenebilecek eşyalar hakkında ise istek se­bepsiz zenginleşmeye dayandı­ğından Borçlar Kanununun 66. mad­desi gereğince zamanaşımı süresi bir yıldır. Borçlar Kanunun 132/3. maddesine göre, evliliğin devamı süresince zamana­şımı iş­lemez. Taraflar 12.11.1992 günlü kesinleşen ilamla boşanmışlar bu dava 02.02.1994 de açılmıştır. Karyola, gardrop ve yatak, yorgan dışındaki eşyaların mevcut olmadıkları anlaşıldığına göre bu eşya­ların bedel davası yönünden zamanaşımı def’i hakkında bir değer­lendirme yapılması, öncelikle karar veril­mesi gerekirken (HUMK. 221) yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değil­dir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı Vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süre­sinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduk­tan sonra gereği görüşüldü:
Davacı, 22.07.1990 tarihli çeyiz senedinde yazılı; yün yatak, formika karyola, yatak odası takımı, koltuk takımı, buzdolabı, fı­rınlı ocak tüplü, renkli televizyon, dokuma halısı, yün kuleni, kar­yola takımı, somya halısı, taban halısı, ütü masası, radyolu teyp, bakır sini, alüminyum kap, cam bardak, çay takımı, duvar saati, elektrikli saç, battaniye, buharlı ütü, yapık dolabı, çay tep­sisi, pasta takımı, ayakkabı, hamam takımı, nevresim takımı, karyola takımı, iç çamaşır, önlük havlu, naylon çorap, seccade, yelek, patik, yün çorap, yolluk karyola takımı, bayan buluz, perde takımı, iç fanila, karyola takımı, işlemeli oda takımı, işlemeli pano, ayan elbisesi, masa örtüsü, dantel örgü, örgü paspas, adana altın burma (12 adet), altın zincir (2 metre), altın uzay yolu, damat takımı ve sandık eşya­larını davalı eşinin boşanmalarından sonra iade etmediğini öne sü­rerek aynen iadesine olmadıklarını takdirde dava tarihindeki bedeli 116.000.000 TL. sının yasal faizi ile birlikte ödetilmesine karar ve­rilmesini istemiştir.
Davalı, 05.10.1992 yılında verilen kararla davacı ile boşandık­larını kara­rın kesinleşme tarihinden dava tarihine kadar, BK.nun 61. maddesince 1 yıllık haksız iktisap zamanaşımının dolduğunu, eş­yaların davalı tarafından alınmayıp kendisi tarafından alındığını ve davacı tarafından da götürüldüğünü, bu duru­mun Kayseri 3. Sulh Hukuk mahkemesinin 1993/27 D. iş sayılı delil tespiti dosyası ile belirlendiğini savunmuş davanın reddini dilemiştir.
Uyuşmazlığın çözümüne "Mülkiyet Hakkı”nın konumu, doğru­dan etkili olması nedeniyle ilkin bu hakkın ve bu hakka dayanan davaların hukuki statü­sünü belirlemekte yarar görülmüştür.
Mülkiyet hakkı ayni hakların en önemli tipi olup, en geniş yet­kileri kap­sayanıdır ve devamlı haktır. Anayasanın "Temel Haklar ve Ödevler" başlığını taşıyan ikinci kısmın, "Kişinin Hakları ve Ödevleri" başlığı altında, ikinci bö­lümde yer alan 35. maddenin 1. fıkrasında herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu belir­tildikten sonra, ikinci fıkrada, bu hakkın ancak kamu yararı ama­cıyla, kanunla sınırlanabileceğine yer verilmiştir.
Malik, mülkiyete konu olan şeyde dilediği gibi tasarrufta bulu­nabilir, şeyi haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabilir ve her türlü haksız müdahalelerden korunmasını is­teyebilir. (MK. md. 618)
Görüldüğü üzere, bu hüküm, tasarruf özgürlüğünün, 3. kişilerde ihlal edilmesi halinde uygulanacak yaptırımın bir ifadesidir.
MK. 618/2 maddesi mülkiyet hakkının yaptırımı (müeyyidesi) olarak iki dava türünü öngörmüştür.
1- İstihkak davası
2- Müdahalenin men'i davası
İstihkak davası, malın vasıtasız zilyetliğine sahip olmayan ma­likin, doğ­rudan doğruya mülkiyet hakkına dayanarak, şey üzerin­deki zilyetliğin haklı bir nedene dayanmayan kimseye açtığı hakedişi belirleyen bir eda davasıdır. Da­vanın sonunda, menkul mallarda teslime, taşınmaz mallarda ise tahliyeye bağ­lanan edaya karar verilir.
İstihkak davası bir ayni hakka (mülkiyete) dayandığı için tipik bir aynı davadır. O nedenle zamanaşımına uğramayacağından asla duraksanamaz.
Bir davada dayanılan maddi olguların hukuki nitelendirilmesini yapmak, uygulanacak yasa maddeleri bulmak ve uygulamak hâki­min doğrudan görevidir (HUMK. 76). Davada asıl talep dava ko­nusu eşyaların aynen iadesidir. Daha sonra belirtilen "aynen olma­dıkları takdirde dava tarihindeki bedellerinin tah­sili" sözcüğü asıl talep olan, aynen iadenin bir uzantısı ve ikamesi konumunda­dır. Öyle ki bu sözcüğün kullanılması aynen iade isteminin başka bir söyleyişle "Ayın talebinin" hukuki niteliğini etkileyip onu ortadan kaldırıcı, bölücü bir sonuç yaratıp ayrı bir istem şekline dönüştür­mez.
İİK. 24. maddesince, hükmolunan menkul malın değeri ilamda yazılı ise bu değer ayrıca icra emri tebliğine lüzum olmaksızın ha­ciz yoluyla borçludan tahsil edilir. Hükmolunan menkul malın de­ğeri ilamda yazılı değilse, o zaman malın değeri icra müdürü tara­fından tespit ve takdir edilir. Daha sonra alacaklı, borçlu ve diğer ilgililerin bu kıymet takdirini şikayet haklarına ilişkin prosedür dev­reye girer ve tetkik mercii hakimliğince karar verilir. Arkasından temyiz aşaması gündeme gelir. Görülüyor ki, mülkiyet hakkına sa­hip davacı (alacaklı) isteminde; hakkının bir an önce sağlanması amacını düşünerek, salt malın de­ğerinin ilamda belirlenmesini iste­diği, böylece ilamda malın değerinin yazıl­maması durumunda, anı­lan hüküm gereği icra müdürünün malın değerini tespit işlemine başvurmamasını önleyerek, alacağın kolaylıkla tahsil edilmesini; diğer bir anlatımla İİK. 24. maddesi anlamında bir uygulama amaçladığının kabulü gerekir. Esasen bu tür davalarda, asıl olan borçlu (davalı) için, malı teslim su­retiyle borcundan kurtulmasıdır. Gerçekten de; İİK 24. maddesi hükmünce asıl olan davacının aynen tahsil isteme olanağının varlığı gözden kaçıramadığında, aynen ia­deye yönelik amaç ve istem dışına çıkılarak mülkiyet hakkını örse­leyici hukuki sonuçlara yönelinmesi kabul edilemez (HUMK. md. 74).
Şimdiye değin açıklamaların ışığında kısaca denilebilir ki dava da, asıl talep aynen iadedir.
O nedenle dava hukuksal nitelikçe mülkiyet hakkına dayalı is­tihkak da­vasıdır ve zamanaşımı söz konusu değildir. Şu durum kar­şısında yerel mah­keme kararı usule ve yasaya uygundur. Ne var ki işin esası yönünden Dairece inceleme yapılmadığından dava dos­yası Yargıtay Özel Dairesine gönderilmeli­dir.
Sonuç: Yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde ise de, işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. Hu­kuk Dairesine, gönderilmesine,31.05.2000 gü­nünde oyçokluğu ile karar ve­rildi[5].

Ziynet eşyalarının var olduğu tespit edilemez ise istem taz­minata ilişkin olacağından on yıllık zamanaşımı uygulanır.

Dava: Z. T. ile A. Ü. aralarındaki kişisel eşyanın iadesi ve ka­tılma ala­cağı davasının reddine dair İstanbul 4. Aile (Eski Beyoğlu 2. Aile) Mahkeme­sinden verilen 21.06.2006 gün ve 225/311 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelen­mesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi ge­reği düşünüldü:
Karar: Davacı vekili, evlilik birliği içinde davalı eş adına kayıtlı taşın­mazlardan gelen kira bedelleri, davalının çalışması karşılığı geliri ve varsa di­ğer edinilmiş mallarının tespiti ile fazla hakları saklı tutularak aylık 1900 TL katılma alacağına hükmedilmesine; ayrıca vekil edeninin kişisel malları olan değerli taşlarla bezeli yü­zük, kolye ve küpeden oluşan altın ziynet eşyası ile. kolyenin, yün yatak ve yorganın aynen iadesine olmadığı takdirde bedelinin vekil edenine ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının ziy­net eşyala­rına ilişkin iddiasının gerçek olmadığını açıklayarak da­vanın reddini savun­muştur.
Mahkemece, boşanma davasının kesinleştiği tarihten dava tari­hine kadar zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın red­dine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından tem­yiz edilmiştir.
Taraflar 05.09.2002 tarihinde evlenmiş, 27.01.2003 tarihinde açılan bo­şanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 23.12.2004 ta­rihinde kesinleşme­siyle evlilik birliği son bulmuştur. Taraflar ara­sında başka bir mal rejimi seçil­diği hususu ileri sürülmediğine (4722 s.K. m. 10/2.fıkra) göre, evlilik tarihin­den boşanma davasının açıldığı tarihe kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4721 sayılı TMK.nun 202/1.maddesi). Eşler arasında geçerli mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir (TMK.nun 225/son). TMK.nun 178 maddesinde “evliliğin boşanma sebebiyle sona erme­sinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda, boşanma kararı 23.12.2004 tarihinde kesinleşmiş, görülmekte olan dava ise, bir yıllık zamana­şımı süresi geçirildikten sonra 12.5.2006 tarihinde açılmıştır. Davalı vekili süresinde sunduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bu­lunmuştur. Davalının maaş ve kira gelirlerine dair katılma alaca­ğına ilişkin davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilme­sinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunma­mıştır. Davacı vekilinin buna ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile katılma alacağına ilişkin hüküm bölümünün ONANMASINA,
Davacı vekilinin kişisel eşyalara dair temyiz itirazlarına ge­lince; bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bu­lunma yetkisine sahiptir. Eşya ve evlilik birliği öncesinde edinildiği öne sürülen ziynet eşyalarına ilişkin davada, söz konusu eşyaların mevcut olduğunun tespit edilmesi halinde uyuşmazlık mülki­yet hakkına dayanacağından zamanaşımı söz konusu olmaz (TMK. m. 683). Dava konusu eşyaların var olduğu tespit edilemez ise istem tazminata ilişkin olacağından Borçlar Kanununun 125. maddesinde belirlenen 10 yıllık zamana­şımı süresinin uygulanacağı ve karı koca arasındaki davalarda Borçlar Kanu­nunun 132. maddesi nazara alınması gerekeceğinden davanın sürede açıldığının kabulü gereke­ceği tartışmasızdır. Bu durumda altın ziynet eşyaları, yüz taneli kolye, bir adet yün yatak ve yorgana ilişkin dava bakımından iddia ve savunma doğrultusunda inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir­ken, yazılı gerekçeyle buna ilişkin davanın da reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin kişisel eşyalara ilişkin temyiz itirazlarının kabulüyle usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün buna ilişkin bölümünün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma ne­denine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve aşağıda dökümü yazılı 13,15 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 8,00 TL'nin temyiz eden davacıdan alınmasına, 29.03.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[6].

Nikâh devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin diğeri zimme­tinde olan alacakları hakkında zamanaşımı durur.

Dava: Davacı A.C. vekili Avukat F.Ş. tarafından, davalı H.C. aleyhine 07.07.2004 gününde verilen dilekçe ile davalı eşin haksız yere aldığı para ve ziynet eşyalarının istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 25.04.2005 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi da­vacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
Karar: Dava, evlilik birliği sona ermeden önceki dönemde, da­valı eşin davacının işyerinden haksız biçimde almış olduğu para ve eşyaların iadesine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı ne­deniyle reddine karar verilmiş ve karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Borçlar Kanunu md. 132/3 maddesi hükmüne göre “Nikâh de­vam ettiği müddetçe karı kocadan birinin diğeri zimmetinde olan alacakları hakkında” zamanaşımı durur. Dava konusu olayda, ta­raflar arasındaki boşanma hükmü 13.09.2003 tarihinde kesinleşmiş olup, eldeki davanın açıldığı 07.07.2004 tari­hinde BK 60. madde­sinde öngörülen zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır. Bu bakım­dan işin esasının incelenmesi gerekirken, yasa hükümlerine aykırı olarak yazılı şekilde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle bo­zulmasına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 26.09.2005 gününde oy­birliği ile karar verildi[7].

Çeyiz listesinde belirtilen eşyaların iadesi akdi ilişkiye da­yanır ve BK.nun 125. maddesi gereğince zaman aşımı süresi 10 yıldır.

Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı sebeplerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hük­mün süresi içerisinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşü­nüldü.
Karar: Davacı, davalı ile evli iken 02.08.1995 günlü yabancı mahkeme kararı ile boşandıklarını ve boşanma kararının 1995 yı­lında Türk Mahkeme­since tanındığını, evlenirken getirdiği çeyiz eşyalarının davalıda kaldığını, ziy­net eşyalarının da evli iken zorla elinden alındığını ileri sürerek ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen ia­desini, olmaz ise bedellerinin tahsilini istemiştir.
Davalı, zaman aşımı itirazında bulunmuş, esastan da davanın reddini di­lemiştir.
Mahkemece, tarafların evliliklerinin 1995 yılında sonuçlanıp aynı yıl Türkiye Mahkemesince boşanma kararının tanındığını, bu olay sebebiyle eş­yalar için anılacak alacak davasının bir senelik zaman aşımı süresine tabi ol­duğu ve bir senelik zaman aşımı süre­sinin de dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hü­küm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisinde bulunan belgelerden tarafların 16.07.1991 gü­nünde ev­lenip 10.06.1995 gününde kesinleşen Alman Mahkemesi kararıyla boşandıkları ve yabancı mahkeme kararının 03.05.1996 gününde kesinleşen Türk Mahke­mesi kararıyla tanındığı ve davacı­nın eldeki bu davayı 11.10.2002 gününde açtığı anlaşılmaktadır. Davacı bu davayı açarken davalının eşyalarının zorla elinden alın­dığını iddia ederek talepte bulunmuştur. HUMK.nun 76. maddesi gereğince olayların açıklamasını yapmak taraflara hukuki nitelen­dirme yapmak görevi mahkemeye aittir. Davacı, davanın da evlilik birliği kurulurken getirdiği ancak kendisine iade edilmeyen çeyiz listesinde belirtilen eşyaların iadesini istemekle akdi ilişkiye da­yanmış olup BK.nun 125. maddesi gereğince zaman aşımı süresi 10 yıldır. Dava tarihi itibariyle zaman aşımı süresi dolma­mıştır.
Mahkemece işin esası incelenip sonucuna uygun karar veril­mesi gerekir­ken zaman aşımı sebebiyle davanın reddi usul ve ka­nuna aykırı olup, bozma nedenidir.
Sonuç: Yukarda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün davacı le­hine BOZULMASINA, peşin harcın istem halinde iade­sine, 26.09.2005 tari­hinde oybirliği ile karar verildi[8].

13 Eylül 2017 Çarşamba

İŞ AKDİNİN ASKIYA ALINMASI VE KIDEM TAZMİNATI

1- GİRİŞ
İşçi ile işverenlik arasındaki karşılıklı iş ilişkisini (hak ve yükümlülüklerini) düzenleyen İş Sözleşmesinin (Hizmet Akdinin) yürürlükte olduğu devrede işçi ve işverenlerin karşılıklı hak ve yükümlülükleri işlerlik kazanmakta, hizmet akdinin askıya alınması ile bu yükümlülüklerin uygulaması geçici olarak durarak askıya alınmaktadır.
İşçilerin iş sözleşmesi her zaman, iş sözleşmesinin yürürlükte olduğu devrede ihbar ve kıdem tazminatı ödenecek şekilde sonlandırılmamakta, bazen hizmet akdinin askıda olduğu devrede de tazminatlı olarak sonlandırılabilmektedir.
İş ilişkisi süreci içinde iş görme edimini veya işverenin işi kabul borcunu geçici olarak yerine getirmesini engelleyen belirli olgular (ifa engeli) söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda iş sözleşmesinin sona erdirilmesi yerine, "askıya alınması", iş hukukuna özgü çağdaş yöntemlerden biridir. Yasalarımızda belirli durumlarda iş sözleşmesinin askıya alınacağı öngörülmüş ve bunun hukuki sonuçları belirtilmiştir. Bu bağlamda, İş Kanunundaki "zorlayıcı sebepler" (m. 24/III, 25/III), "sağlık sebepleri" (m. 25/I-b), "işçinin gözaltına alınması veya tutuklanması" (m. 25/IV), "askerlik ve kanundan doğan çalışma" (m. 31), "yıllık ücretli izin" (m. 53 vd.) düzenlemeleri örnek olarak gösterilebilir. Yine, İş Kanununda analık halinde kadın işçiye isteği üzerine altı aya kadar "ücretsiz izin" verileceği öngörülmüştür (m. 74/V). Ayrıca 2822 sayılı "Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nda," grev veya lokavt sırasında işçilerin iş sözleşmelerinin askıda kalacağı açık bir biçimde belirtilmiştir (m. 42/II-III). Öte yandan, yasada açıkça düzenlenmiş olmamakla birlikte, işveren tarafından verilen ve işçinin açık veya örtülü biçimde kabul ettiği "ücretsiz izin" uygulaması durumunda da iş sözleşmesi askıya alınmış olur. İş akdinin askıya alınması temelde işçinin iş görme edimini kusursuz geçici ifa imkansızlığı içine düşmesi sonucunda doğar. İşçinin kusursuz da olsa iş görme borcunu ifada gecikmesi objektif iyiniyet yani dürüstlük kuralları gereği kabul edilemeyecek kadar uzarsa, diğer deyişle gecikme çekilmez hale gelirse işveren fesih hakkını elde eder. O halde, bu durumda işverenin haklı nedenle fesih hakkı işçinin kusursuz temerrüde düştüğü anda (veya kendisine tanınan bir mehil sonunda) değil, ancak objektif iyiniyet ve dürüstlük kuralları geregi beklenilmesi gereken sürenin sonunda doğmuş olur. Bazı durumlarda geçici kusursuz ifa imkansızlığı nedeniyle askı süresi yani işverenin işçinin iş görme edimini yerine getirmesini ne kadar süre beklemesi gerekeceği iş yasalarında açıkça belirtilmiştir. Yasada böyle bir süre öngörülmemişse, askı döneminin sınırını iyi niyet ve dürüstlük kuralları oluşturur. Bu durumda iş ilişkisine devam eden işveren açısından dürüstlük kuralları gereği çekilmez hale gelirse haklı nedenle fesih hakkı doğar.
İş sözleşmesinin askıya alınabilmesi için, belirli koşulların varlığı aranır: a) İşin görülmesi imkansız veya beklenilmez olmalıdır; öncelikle işin görülmesi objektif nedenlerle imkansız hale gelmelidir. Söz konusu imkansızlık işçinin şahsından kaynaklanabileceği gibi, birtakım dış etkenler dolayısıyla da meydana gelmiş olabilir. İşçiden iş görme borcunu yerine getirmesinin beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesinin askıya alınabileceğini kabul etmek uygun görülmelidir. b) İş görmeye ilişkin olarak meydana gelen imkansızlık veya beklenilmezlik geçici olmalıdır; Süzek'e göre, geçici olma bakımından, işçi ile işveren arasındaki iş ilişkisinin toplam süresi ile çalışılmayan süre arasındaki orantı göz önünde tutulabilir. Ayrıca, işyerinde çalışılmayan işçinin yerine başka bir işçinin çalıştırılması zorunluluğunun doğup doğmadığı da bir ölçü olabilir. c) İş görme ediminin yerine getirilememesinde taraflardan birinin kusuru bulunmalıdır; işçi, kendi kusurundan kaynaklanan bir nedenle iş görme edimini yerine getiremiyorsa, sözleşme askıya alınmış olmaz; iş görme borcunu yerine getirmemesi nedeniyle belirli yaptırımların muhatabı olabilir. d) Askı döneminin uygunluğu; sözleşmenin askıya alınacağı dönemin, özellikle işveren bakımından, işin görülmesine ara verilmesi için elverişli olması gerekir.

Özel bir uygulama olan ücretsiz izin hakkında, ne eski İş Kanununda ne de yenisinde açık bir hüküm vardır. Bu noktada bazı hususlar üzerinde durmak gerekir: a) Ücretsiz iznin nedeninin belirtilmesi; işçiye böyle bir öneride bulunacak işverenin bunun nedeni hakkında işçiyi bilgilendirmesi kaçınılmaz görülmektedir. b) Ücretsiz iznin süresinin belirtilmesi; ücretsiz iznin ne kadar süreceği önemlidir. Çünkü, böyle bir uygulama çalışma koşullarında değişiklik, hem de esaslı değişiklik anlamını taşır. İşçinin bu yoldaki bir öneriyi değerlendirebilmesi bakımından en azından iznin süresi hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Eyrenci'nin vurguladığı gibi, ücretsiz izin uygulamasının "geçici" olduğu yolunda bir izlenim yaratılmalı; en azından işçide böyle bir kanı oluşmalıdır. Aksi halde iş sözleşmesinin askıya alınmasından söz edilemez. Taraflar, zorunlu olmamakla beraber, geçicilik koşuluna uygun olarak makul bir süre üzerinde anlaşmışlarsa, bu süre içinde iş akdi askıya alınır ve işçi lehine haklı nedenle fesih hakkı doğmaz." (Prof. Dr. Savaş Taşkent, İş Sözleşmesinin Askıya Alınması ve Ücretsiz İzin Uygulaması, Sicil İş Hukuku Dergisi, Eylül, 2006, s. 20–24; Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s. 115–129 ).
2- HİZMET AKDİNİN ASKIYA ALINMA HALLERİ
A- MEVSİMLİK VE KAMPANYA İŞLERİNDE İŞ SÖZLEŞMESİNİN ASKIYA ALMASI
İşçi ile işverenlik arasında yapılmış iş sözleşmesinde, iş görme ediminin, bir iş mevsiminde veya kampanya döneminde devam edeceği kararlaştırılmışsa, işçiler iş mevsiminde veya kampanya devresinde çalıştırılarak, İş Kanunu’ndaki ve Sosyal Güvenlik Kanunu’ndaki hak ve yükümlülükleri (İş görme edimi, Ücret ve sigorta primi ödeme) uygulanmakta, hizmet akdinin askıya alındığı devrede ise, işçi iş görme edimini yerine getirmediği için, işverenin ücret ve sigorta primi ödeme yükümlüğü ortaya çıkmamaktadır.
B- ÇAĞRI ÜZERİNE İŞ AKDİNDE, ÇALIŞILMAYAN BEKLEME SÜRESİNDE AKDİN ASKIDA OLMASI
4857 sayılı Kanun’un 14. maddesine göre çağrı üzerine iş sözleşmesi yapılması halinde, işçiler hizmetlerine ihtiyaç duyulduğu zaman çağrılarak çalıştırılmakta, iş bitiminde ise, iş sözleşmeleri askıya alınarak işçiler çalıştırılmamaktadır. Dolayısıyla iş görme ve ücret ödeme yükümlülükleri askı devresinde doğmamaktadır.
C- KISMİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİYLE İŞÇİLERİN HAFTANIN BELİRLİ GÜNLERİNDE ÇALIŞTIRILMAMASI
Kısmi süreli (part-time) iş sözleşmesinde, işçilerin iş görme edimini yerine getirmesi, günün belirli saatlerinde veya haftanın belirli günlerinde yerine getirilmesi şeklinde kararlaştırılabilir. Kısmi süreli iş sözleşmesinde işçilerin haftanın belirli günlerinde çalıştırılacağı kararlaştırılmışsa, işçiler belirlenen gün veya günlerde işyerine gelerek çalışmakta ve çalışılan gün veya günler için ücrete hak sahibi olmaktadır. Haftanın çalışılmayan diğer günlerinde ise; iş sözleşmesinin askıya alınmasından dolayı çalışılmaması nedeniyle ücrete hak sahibi olmamaktadır.
D- HASTALIK, İŞ KAZASI VE ANALIK İSTİRAHAT RAPOR SÜRESİNDE AKDİN ASKIYA ALINMASI
Sigortalı işçinin, hastalık, iş kazası yada analık halinde doğum öncesinde ve sonrasında alınan rapor istirahat süresinde, işçi iş görme edimini yerine getirmediği için, işverenin ücret ödeme ve sigorta primi ödeme yükümlüğü bulunmamaktadır. Bu gibi durumlarda işverenin ücret ve sigorta primi ödeme yükümlülüğünün doğabilmesi; a- İş sözleşmesinin Maktu (aylıklı) yapılması, b- Ferdi iş sözleşmesinde veya toplu iş sözleşmesinde işçilere rapor süresinde, bir iş karşılığı olmaksızın ücretin tam olarak ödeneceği hususunda bir düzenlemenin yer alması şartlarına bağlıdır. Rapor süresinde işçilere ayakta tedavilerde 2/3 oranında, yatarak tedavilerde 1/3 oranında iş göremezlik ödeneği SGK’ca ödenmektedir.
E- İŞÇİNİN GÖZETİM ALTINA ALINMASI VEYA TUTUKLANMASI HALİNDE AKDİN ASKIYA ALINMASI
İşçinin işyeri ile ilgili olmayan bir suçtan dolayı gözetim altına alınması veya tutuklanarak, işyerinde çalışamaması durumunda işçinin iş sözleşmesi 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin 1/V bendine göre, İK’nın 17. maddesindeki ihbar süresi kadar askıda tutularak fesih edilmemesi gerekmektedir. Bu askı süresi asgari olup, işveren istediği taktir de bu bekleme süresini uzatarak, işçinin iş sözleşmesini sürenin dolması ile derhal fesih etme yoluna gitmek yerine bir süre daha beklemeyi ve iş akdini askıya almayı tercih edebilmektedir.
F- İŞÇİNİN ÜCRETSİZ İZİN TALEBİ ÜZERİNE İŞVERENCE ÜCRETSİZ İZİN VERİLMESİ
Sigortalı işçinin, 8-10 haftalık doğum sonrası izinden başlamak üzere 4857 sayılı Kanun’un 73. maddesine göre, çocuğu ile daha fazla ilgilenmek ve beraber olmak bakımından 6 aylık ücretsiz izin talep etmesi yada işçinin eğitim, staj, seyahat, yakınının hastalığı, ibadet gibi nedenlerle işverenden ücretsiz izin talep etmesi ve talebin işveren tarafından onaylanması ile işçiye ücretsiz izin verilerek, işçinin iş sözleşmesi askıya alınabilmektedir.
G- EKONOMİK VE ZORLAYICI NEDENLERLE İŞ SÖZLEŞMESİNİN ASKIYA ALINMASI
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun Ek; 2. maddesine göre, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma süresinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işverenlik Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne müracaatta bulunarak, işçilere 3 ayı geçmemek üzere kısa çalışma ödeneği İŞKUR Genel Müdürlüğü’nce verilmektedir. Kısa çalışma ödeneğinin alındığı devrede işçilerin iş sözleşmesi geçici olarak askıya alınmakta, bu devrede işverenlikçe işçilere ücret ödenmemekte, İŞKUR Genel Müdürlüğü’nce işçinin son oniki aylık sigorta primine esas kazancının bir günlük ortalamasının %60 oranında kısa çalışma ödeneği ödenmektedir. Kısa çalışma devresinde işçilerin genel sağlık sigortası primi İş Kurumu Genel Müdürlüğü’nce ödenmektedir.
Bazen işveren, ekonomik kriz, zorlayıcı nedenler (yangın, sel, deprem gibi) ya da taahhüt edilen işin ikmal edilerek işyerinin kapatılması, yeni işyerinin açılmasının uzun zaman alması nedeniyle, işçi kadrosunun muhafaza edilmesi bakımından, işveren ile işçiler bir antlaşma yaparak, çalışılmayacak devre için ücretsiz izin uygulamasına karar verebilmekte ya da işverenin talebi üzerine işçiler ücretsiz izin talep dilekçesini işverene vererek, belirtilen süre için geçerli olmak üzere ücretsiz izine ayrılmaları ve iş sözleşmelerinin askıya alınmaları sağlanmaktadır.
H- GREV VEYA LOKAVT SIRASINDA İŞÇİLERİN ÇALIŞTIRILMAMASI
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’na göre uygulanmakta olan kanuni grev ve lokavt sırasında işyerinin güvenliği ile makine malların bozulmasını önlemek üzere Kanun’un 39. maddesine göre ayrılan grev ve lokavt dışı işçiler hariç, diğer işçilerin iş sözleşmeleri grev ve lokavt süresince askıya alınmaktadır.
Hizmet akdinin askıda olması, iş bitiminde işten ayrılış bildirgesinin 5510 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre SGK’ya verilmesi şartına bağlı olmayıp, iş görme edimini yerine getirmeme ve ücret ödenmeme hallerinin gerçekleştiği günler askı süresi olarak kabul edilmelidir.
I- MUVAZZAF ASKERLİK ÖDEVİ DIŞINDA MANEVRA VEYA BAŞKA BİR SEBEPLE İŞÇİLERİN SİLAH ALTINA ALINMASI
Muvazzaf Askerlik ödevi dışında manevra veya herhangi bir sebeple silah altına alınan veya herhangi bir kanundan doğan çalışma ödevi yönünden işçinin işinden ayrılması halinde, işçinin işyerindeki çalışma süresi asgari 1 yıl olduğu taktirde 2 ay süre ile işçinin iş sözleşmesi 4857 sayılı Kanun’un 31. maddesine göre fesih edilmeyerek askıya alınmakta ve bir yılı aşan her kıdem yılı için belirtilen süreye iki gün eklenmek suretiyle işçinin iş sözleşmesi askıda kalmaktadır.
3- ASKI SÜRESİNDE HİZMET AKDİNİN FESİH EDİLMESİNDE TAZMİNATA ESAS ÜCRET VE KIDEM TAZMİNATI
1475 sayılı eski İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan 14. maddesindeki, iş sözleşmesinin kıdem tazminatı ödenecek şekilde sona erdirme halleri, 7 ayrı başlık halinde sıralanmıştır. Bu fesih halleri iş sözleşmesinin yürürlükte olduğu devrede gerçekleştiği gibi, iş sözleşmesinin askıda olduğu devrede de gerçekleşmesi mümkündür. Örneğin, işçinin iş sözleşmesinin askıda olduğu devrede, askere gitmesi, kanunla kurulu sosyal güvenlik kuruluşundan emekli olmak ya da toptan ödeme almak üzere SGK’ya talepte bulunması ya da yaş şartı hariç 506 sayılı Kanun’un 60. ve geçici 81. maddesine göre yaş şartı hariç, 15 yıllık sigortalılık süresi ve 3600 günlük prim ödeme şartının kazanılması, ölümü gibi kıdem tazminat alma hallerinin gerçekleşmesiyle işçiye veya kanuni mirasçılarına, 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesine göre, her hizmet yılı için 30 günlük son ücreti üzerinden kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir. İşçinin hizmet akdinin askıda olduğu devrede ücret almaması nedeniyle, aylık son ücreti, çalıştığı son aydaki ücretidir. Bu ücretin hesabında, çıplak aylık ücrete, devamlılık arz eden, para ve para ile ölçülmesi mümkün olan tüm nakdi ve ayni ödemelerin bir aya isabet eden kısmının eklendikten sonra bulunacak reel (giydirilmiş kıdem aylık) ücret üzerinden kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir.

Yargıtay
9. Hukuk Dairesi
Esas No: 2005/28701 -Karar No: 2005/40137 -Tarih: 20/12/2005



İlgili Mevzuat: 4857 s. İş. K. Md.l7, 22
1475 s. İş. K. Md.14

Yargıtay Kararı:
Taraflar arasındaki kıdem, ihbar ve iş güvencesi tazminatlarının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hüküm süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı avukatınca istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 20.12.2005 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü yapılan tebligata rağmen taraflar adına kimse gelmediğinden incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi.

1. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektiriri sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Davacı işçi davalı belediye işyerinde çalıştığı sırada, 01/04/2004 tarihinde iş sözleşmesinin ikinci bir emre kadar askıya alındığı bildirilmiştir. Dairemizin uygulamaları doğrultusunda işverence tek taraflı olarak iş sözleşmesinin askıya alınması halinde bu uygulama işçi tarafından kabul edilmediği taktirde iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiği kabul edilmektedir. İşçi tarafından askıya alma işlemi kabul edildiğinde ise, askı süresinin sonunda işe davet edilmediği taktirde işverence iş sözleşmesi feshedilmiş olmaktadır. Somut olayda davalı işveren daha önce de vizeye tabi işçilerin iş sözleşmelerini askıya almış ve daha sonra yeniden işe başlatmıştır. Bununla birlikte işverence 01/04/2004 tarihinde gerçekleştirilen işlemde askı süresi bildirilmemiş ve davacının belirsiz bir süre sonra yeniden çağrılacağı açıklanmıştır. Davacı işçi işverenin bu işlemi üzerine 02/07/2004 tarihine kadar işe başlatılmasını beklemiş ve nihayet bu davayı açarak ihbar ve kıdem tazminatı ile toplu iş sözleşmesinde öngörülen tazminatı talep etmiştir. Davacının tazminat isteklerini de kapsayan bu davası iş sözleşmesinin haklı nedenle feshi niteliğindedir. Bu durumda kıdem tazminatına hak kazandığının kabulü gerekir. Mahkemece, davacının kıdem tazminatı isteğinin kabulü, belirtilen gerekçeyle yerinde ise de, işçi iş sözleşmesini kendisi feshettiğinden ihbar tazminatı ve toplu iş sözleşmesinde işverenin feshine bağlanan işgüvencesi tazminatının kabulü doğru olmamıştır. İhbar tazminatı ile iş güvencesi tazminatı isteklerinin reddine karar verilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz haranın istek halinde ilgiliye iadesine, 20/12/2005 gününde oybirliği ile karar verildi.


24 Nisan 2017 Pazartesi

KHK İLE KAPATILAN İŞYERLERİNE KARŞI AÇILACAK İŞÇİ ALACAKLARINA DAİR DAVALARDA İZLENECEK USUL

KHK İLE KAPATILAN İŞYERLERİNE KARŞI AÇILACAK İŞÇİ ALACAKLARINA DAİR DAVALARDA İZLENECEK USUL

 

T.C.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi


Esas No:2017/9913
Karar No:2017/2824
K. Tarihi:


MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

Y A R G I T A Y K A R A R I

İş sözleşmesinin davalı işveren tarafından geçerli neden olmadan feshedildiğini belirten davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir
Gerekçe:
Ülkemizde T.C. Devletine karşı 15.07.2016 tarihinde yapılan ve bastırılan darbe teşebbüsü sonrasında 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kararı doğrultusunda, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler kapsamında çıkarılan 03.10.2016 tarihli 675 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Dava ve Takip Usulü başlıklı 16. Maddesinde aynen;
“ MADDE 16- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü getirilmiştir.
Dava dosyası 675 Sayılı KHK. nin 16/1. maddesi kapsamında değerlendirildiğinde;
Davacının çalıştığı davalı ... .'nın 667 Sayılı KHK. nin 2. maddesi uyarınca kapatılmasına karar verilen kurumlara ilişkin listede yer aldığı ve kapatıldığı anlaşıldığından dava hakkında 675 Sayılı KHK. nin 16. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın 675 Sayılı KHK. nin 16/1. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için BOZULMASINA, bozma sebebine göre esasa ilişkin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harçlarının ilgililere iadesine, 28.02.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
 

12 Eylül 2013 Perşembe

ANLAŞMALI BOŞANMA DAVASI PROTOKOLÜ

Anlaşmalı Boşanma Davası Protokolü Örneği

../../2013
ANLAŞMA BOŞANMA  PROTOKOLÜ
VELAYET :
Müşterek çocuk …….. “nın velayeti annesinde kalacaktır.
Baba …….. çocuk için aylık ……. YTL iştirak nafakası ödeyecektir. İleride nafakanın artırılıp eksiltilmesi konusunda taraflar anlaşamazlar ise mahkemenin takdirine bırakılacaktır.
MADDİ
KONULAR
MAL REJİMİ
:
1-Müşterek konut: …………………… tapuya kayıtlı müşterek konut içindeki eşyalar ile birlikte ………. bırakılacaktır.
2- Taraflar şahsi eşyalarını ve ziynet eşyalarını almış olup müşterek eşyalar konusunda da anlaşma sağlamışlardır.
3- Taraflar bunların dışında birbirlerin menkul ve gayrimenkul hak talebinde bulunmayacaklardır.
NAFAKA:
Tarafların birbirinden hiçbir nafaka talebi bulunmamaktadır. Bu haklarından tamamıyla ve ileriye dönük olarak da vazgeçmişlerdir.
MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT:
Tarafların birbirinden maddi-manevi tazminat talebi bulunmamaktadır.
MAHKEME MASRAFLARI :
1-Taraflar birbirinden avukatlık ücreti talep etmeyeceklerdir.
2-Mahkeme masraflarını davacı üzerinde bırakılacaktır..
Taraflar bir araya gelerek özgür iradeleriyle yukarıda belirtilen hususlarda anlaşmaya varmış olup bu protokol birlikte imza altına alınmıştır.
Taraf                                                                                                                                                                                                                                                   Taraf

11 Ocak 2013 Cuma

NAFAKA ÖDEMEMEK SUÇUNDA ŞİKAYET SÜRESİ

Nafaka hükümlerine uymamak-Üç Aylık Hak Düşürücü Sürenin Başlangıç Tarihi-Kanun Yararına Bozma

T.C. YARGITAY
16.Hukuk Dairesi
Esas:  2009/9630
Karar: 2010/426
Karar Tarihi: 01.02.2010
ÖZET: Nafaka borcu her ay işleyen cari alacak niteliğindedir. Müşteki vekili şikayet dilekçesiyle borçlunun, 2008 yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ait nafaka borcunu ödememesi nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dilekçede Temmuz ayındaki nafaka borcunun da ödenmediği belirtildiğine ve şikayetin de 23.09.2008 havale tarihi ile yapıldığı gözetildiğinde üç aylık hak düşürücü süre geçmeden şikayette bulunulduğu kabul edilmelidir. Hal böyle olunca itirazın reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.
(2004 S. K. m. 344, 347) (5271 S. K. m. 309) (YCGK 16.04.2002 T. 2002/16-105 E.  2002/229 K.)

BU İÇTİHAT http://ilknurtemel.av.tr/tag/nafaka/ SAYFASINDAN ALINMIŞTIR.

1 Ocak 2013 Salı

NAFAKA ÜFE ORANINDA ARTTIRILABİLECEK

NAFAKA ARTTIRIMINDA ÜFE ÖLÇÜTÜ



Yerel mahkemenin verdiği 200 liralık nafakanın 400 liraya yükseltilmesi kararını bozan Yargıtay, nafaka oranının ÜFE’ye göre belirlenmesi gerektiğine karar verdi. Yargıtay’ın kararı, benzer davalar için de emsal teşkil edecek

YARGITAY, nafaka artırımı davalarında emsal bir karara imza attı. Kararda, nafaka artırım oranının TÜİK’in yayınladığı ÜFE’ye (Üretici Fiyatları Endeksi-Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim) göre belirlenmesi gerektiği belirtildi. Bu kararın ardından nafaka artırım talepleri ÜFE oranını geçemeyecek. Sözkonusu boşanma davasında mahkemeye dilekçe sunan taraf, hüküm altına alınan aylık 200 TL yoksulluk nafakasının yetersiz kaldığını ileri sürerek 400 TL’ye çıkarılmasını talep etti. Mahkeme, 200 liralık nafakanın 400 liraya yükseltilmesine karar verdi. Davalı, yerel mahkemenin verdiği kararı temyiz etti. İncelemeyi yapan Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, mahkemenin kararını bozdu. Bozma kararında, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde nafakanın artırılması veya azaltılmasının mümkün olacağına dikkat çekilerek şu görüşlere yer verildi:

DENGE KORUNMALI

“Nafaka alacaklısı davacının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır. Somut olayda; tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında boşanma davasından sonra olağanüstü bir değişiklik olduğu ileri sürülmemiştir. O halde; yoksulluk nafakasının niteliği ve takdir edildiği tarih gözetilerek, nafakanın ÜFE oranında artırılması suretiyle dengenin yeniden sağlanması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yüksek nafaka takdiri doğru görülmemiştir.” Bu karara göre yüzde 7’lik artış baz alındığında 200 liralık nafakanın 214 liraya yükselmesi gerekiyor.
Yasemin GÜNERİ / AHT

http://www.haberturk.com/gundem/haber/807900-yargitaydan-emsal-karar